İstanbul’da son dönemde açılan bazı modern sanat müzeleri gercekten bu alanda aç olan meraklılarını doyurmak ve ülkemizde de eksiğini hissettiğimiz özel müzeciliğin boşluğunu doldurmak görevini fazlasıyla yerine getiriyorlar. Avrupa ülkelerinde gözlemlediğimiz özel müzecilik hareketleri son beş yılda yurdumuzda ve şehrimizde de görülmeye başladı. İstanbul’da büyük paralar gerektiren bu organizasyonlarda sorumluluğu yine şehrin ve ülkenin hatırısayılır aileleri yüklenmiş durumda... Modern Sanat Müzesi, Pera Müzesi, Atlı Köşk-Sabancı Müzesi, Sadberk Hanım Müzesi gibi müzeler alanlarında ilklere imza atarak ülkemizde bu alanda yaşanan eksikliği büyük ölçüde giderdiler.
Bu müzeler arasında yaşanan tatlı rekabet bizlere yarıyor ve bu sayede adını çok duyduğumuz ama eserlerini yakından görme şansı bulamadığımız veya bu şansı bulmak için çok uzaklara gitmek durumunda olduğumuz ünlü sanatçıların kültür & sanat eserlerini veya ilginç yakından görebiliyoruz.
'Picasso İstanbul'da' sergisinin ardından basının karşısına çıkan Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, sergi bittiği için hüzünlü olduğunu söylemiş. “Picasso sergisiyle Türkiye'deki müzecilik standartlarını değiştirdik" demiş. Sabancı, alınan güvenlik önlemlerinden müzenin teknik olanaklarına kadar her türlü detayı düşünerek Avrupa standartlarında bir sergi yaptıklarını ve çıtalarını daha da yükselteceklerinin altını çizmiş.
Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer ise "Sergiyi Picasso'yu ve sanat serüvenini kitlelere tüm yönleriyle tanıtma fırsatı yaratacak bir süreç şeklinde tasarladık. Bu doğrultuda ücretsiz konferanslar, çocuk atölyeleri, galeri sohbetleriyle toplumun değişik katmanlarına ulaştık" demiş.
'Picasso İstanbul' da sergisini açık kaldığı 103 günde Türkiye'nin dört bir yanından 253 bin 999 kişi gezdiğini öğrendik. Sergi yerli/yabancı gazete ve dergilerde 1100 kez, televizyonlarında ise 500 programda yer aldı ve Sergiye en çok 19-24 yaş arası gençler ilgi göstermiş.
Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi yakında İslam ve Hıristiyan elyazmalarının yer aldığı bir sergiye ev sahipliği yapacak. Müzenin Picasso'dan sonraki büyük sergisi ise haziranda açılması beklenen Auguste Rodin olacakmış, meraklılarına şimdiden duyuralım.
Serginin ziyaretçi sayısı ve organizasyon başarısının ardından benim aktarmak istediğim biraz da işim dolayısıyla üç kez gitme fırsatı bulduğum sergide gözlemlediklerim. Öncelikle serginin düzenlendiği Atlı Köşke bundan yaklaşık 5-6 sene önce gittiğimde hiçte cazibesi olmadığını hissettiğimi söylemeliyim. Demek istediğim bir kez gördükten sonra bir ikinci kez ziyaret etme duygusu uyandırmamıştı bende. Eski köşkle hemen yanı başına inşaa edilmiş soğuk sergi salonunun uyumsuzluğu, eski köşkün küçük ve dar odaları biraz boğucuydu.
Ülkemiz insanları bazen dibindeki, kapısının önündeki bir hareketliliği dahi göremeyecek kadar tepkisiz olabiliyor, bunu en iyi aralık sonunda yaptığım ilk Picasso çıkarmam da Emirgan bölgesinde hissettim. Hislerime güvenim boşa çıkmamıştı zira serginin son ayında organizasyon komitesi başladı bağırmaya “Emirgânlılar nerede? Picasso İstanbul'da. Sergiye giriş bedava. Simit-çay bizden... Gezmesi sizden..." ve başladılar, semtteki bakkal, pastane, eczane, berber ve kahvelerin duvarlarını, vitrinlerini süsleyen "Sabancı Müzesi"nin afişi ile müze yönetimi, komşularını müzeyi gezmeye çağırdı. Onlar da farketmişler ki daha Atlı Köşkün kapısından içeriye adım atmamış Emirganlılar var. Yorum sizin...
Müze Müdürü sonraki açıklamasında; “Gördük ki, kendi mahallelerindeki müzenin bugüne kadar kapısından girmeyen, bir sergi ve de Picasso sergisi gezmeyen komşularımızın sayısı çokmuş. Kimi çekindiği için, kimi sergiye ilgi duymadığı için, kimi daha başka nedenlerle bugüne kadar gelmemiş, gelememiş. Biz şimdiye kadar öğrencileri müzemize çekmek için çalışıyorduk.İyi ki komşularımızı da unutmamışız... Komşularımız hem yolu öğrendi hem Picasso'yu tanıma fırsatı buldu. Bu tür programlar devam edecek" demiş.
İnsanımızın aklı başına hep sonradan gelir. Anlatmak istediğim aralık ayında yaptığım ilk sorti şubat ayı ve mart ayı ile birbirinden farklıydı. Mart ayı başında yaptığımız Picasso ziyaretimizde diğer grup üyelerimizle saatlerce –yaklaşık 3.5 saat sırada beklemeyi göze aldık. Ve bu tabi ki diğer zamanlara göre daha fazla çevremi gözlemlememe yardımcı oldu. Genel gözlemim birçok insanın daha önce adını bile duymadığı ve gitmediği Atlı Köşke sırf Picasso furyası sebebiyle akın ettiğiydi. Aralarda gercekten Picasso gibi sanat üstadlarına kafa yormuş ve onların sanatını yorumlayacak insanlar vardı ama benim aklımda daha çokçası güzel giyimli bol makyajlı İstanbullu hanımlar kaldı. Bunlardan bir grupla bahçe duvarları dışında kağıt helva, kokoreç ve simit satıcıları arasında başlayan bekleyişimiz bahçe içinde de devam etti ve arkadaş olduk. Bizim gruptan bazı insanlarla bu hoş giyimli bakımlı dörtlü kız grubu arasında Picasso hariç herşeyin konuşulduğunu söyleyebilirim. Bir an önce bir taraftan da evlilik müessesine adım atmak isteyen fakat fırsat bulamamış bu İstanbullu hanımlarla yaptığımız sohbetin Bursa’da ziyaretçisi çok olan Tezveren Sultan’a kadar nasıl geldiğini bende size izah edemeyeceğim korkarım. Tezveren Sultanın, Göbekatan Ethem Dede’nin ve diğer bazı yatırların adreslerini tarif ederken Picasso kuyruğu yavaş yavaş azaldı ve kapının önüne gelmiştik. O renkli günden hatırladığım birde Atlı Köşkün kapısı önüne denk gelen yerde suda sıralanmış renk renk balonlar, ve onları tüfekle vurmaya çalışan bazı ağabeylerimizdi. Anlayanı ve anlamayanı ile Picasso sergisi sona erdi. Bakalım İstanbullu hanımlar Bursa’ya gelecekler mi? Onları Tezveren Sultan’a götüreceğime dair söz verdim de. Hanımlara Bursa’ya gezdireyim ve Tezveren Sultana götüreyim ki onlarda tez kavuşsunlar arzularına...
Yazı&Fotoğraf: Uğur ÇELİKKOL 30 Mart 2006