Farkında mısınız bu sene geçtiğimiz seneye göre daha uzun yaşıyoruz sonbahar mevsimini. Caddelerde yürürken önünüzde uçuşup giden yapraklara gözünüz ilişti mi hiç? Mesela çınar yapraklarına? Bursa’nın o meşhur ve her geçen gün sayısı azalan çınar ağaçlarının döktüğü yapraklara? Her yer onlarla dolu olur bazen, öyle ki; halı gibi kapladığı olur sokakları... Üzerlerine basan ayakların çıkardığı çıtırdama sesleri eşliğinde gidip geliyoruz iş yerlerimize, evlerimize... Farkında mıyız acaba geçip giden mevsimin?
Peki yanı başımızdaki Uludağ’a baktınız mı hiç? O görkemli dağın, değiştirdiği örtüsüne, kış hazırlığına hiç gözünüz takılmadı mı? Her gün yürüdüğünüz Atatürk caddesinde, Setbaşında ya da Çekirge’de...... Başınızı kaldırıp da şöyle bir baktınız mı şehri kucaklayan o dağa? Hiç merak ettiniz mi o dağın arkasında neler var, kimler yaşar? Bizler merak ettik. Yine bir Pazar sabahı, şehir uyurken Uludağ’ın arka yüzüne yolculuğumuz başlamıştı bile.
Kış hazırlığındaki dağların içinde kıvrılıp giden Keles yolunda hem büyüleniyor hem de arkadaşlarımızla çekemediğimiz kareler için hayıflanıyorduk. Kasım ayının sonlarına yaklaşmamıza rağmen yeni doğan güneş tüm sıcaklığını veriyordu doğaya ve yeni güne.
Çaybaşı köyüne yaklaştığımızda Uludağ, Bursa şehrine hiçbir zaman göstermediği o görkemli arka yüzünü bizden sakınmıyordu artık... Karlı zirvenin muhteşem görüntüsü bu noktadan itibaren gün boyu bizimle olacaktı. Keles girişindeki “Türkistan’dan gelen ses Keles’ e Hoşgeldiniz” yazısı, bizi Orta Asya’dan göç etmiş Türkmen ve yörüklerin diyarında selamlıyordu. Türkolog Bayzamis Hayif’e göre; Keles , Güney Kazakistan’da bir nehir, ayrıca da Taşkent vilayetinin kazasıdır... Kaynaklara göre; Kayı boyuna mensup Oğuz Türkleri, Orta Asya’dan göç ederek, bu bölgelere yerleşir. 12 ve 13. Yüzyıllarda yaşamlarını yeniden kurdukları bu bölgeye Keles adını verirler. Amaçları da; eski yerleşim yerlerinin hatırasını yaşatmaktır. Yöredeki bazı köy ve mevki isimlerinin Türkistan’dakilerle karşılaştırıldığında aynı veya benzer olduğu da görülebilir. Gün erken, belli ki; Keles kasabası da yeni uyanıyor. Güneşin ilk ışıkları Keles’i, kasaba meydanında içtiğimiz sabah çayları da içimizi ısıtıyor... Sonrasında, bizi bekleyen Gelemiç köyüne doğru yola çıkıyoruz. Köy , gerek kurulu olduğu yamaç, gerekse korunarak günümüze kadar ulaşabilmiş evleri ve samanlıkları ile her birimize fotoğraf için uygun bir ortam sunuyor. Hiç beklemediğimiz bir anda yolumuza çıkan bir teyze ile soluğu ekmeklerin pişirildiği fırında alıyoruz. Fırından yeni çıkan ekmekleri ikramda gecikmeyen köy sakinleri, bunu devamında da bizi köyde gerçekleşecek olan düğüne davet ediyorlar. Bir anda minibüsümüzün çevresini saran köylülerin, düğün yemeğine ve eğlenceye davet eden ısrarlarına teşekkürle yanıt veriyoruz; yolumuz uzun...
Enfes manzaralar ve vadiler arasında tepeleri tırmanmaya devam ediyoruz. Uludağ’ın arka yüzündeki yolculuğumuzda durak bu kez Sorkun köyü. Sorkun köyündeki rehberimiz; köyün ve Keles yöresinin meşhur tongurdaklı kaşıklarını yapan İbrahim amcanın oğlu Halit. Köydeki çocuklar bizleri, hiç yalnız bırakmıyorlar. Bu arada bizlere poz vermekten öyle keyif alıyorlar ki, o küçük yüzlerin fotoğraf karelerine nasıl yansıdığını merak etmeye başlıyoruz. Hayrettin Bey’in evinde, kadınların bele taktığı boncuklu, püsküllü dizgenin dokunuş öyküsünü izliyoruz. Bir köşede yalnız başına duran “çulfalık tezgah”, belli ki sessiz sakin geçecek kış günlerinde evin hanımının kendisine hayat vermesini bekliyor.
Gün ilerledi, öğlen oldu ve bizler acıktık. Yönümüz, İbrahim amcanın evi... Hanife teyzenin hazırladığı köy yemeklerinin kokusu burnumuza kadar geliyor. Yer sofraları hazırlanmış, köy ekmeği bol... Sofralardaki neşe ve evdeki ortam bana şenlikleri hatırlatıyor. Osmanlı Beyliği döneminde, yazlık olarak kullanılan Keles Kocayayla’ya iniş ve çıkışlarda düzenlenen o şenlikleri.... Bu gelenek günümüzde de devam ediyor. Keles’e 5 km mesafedeki Kocayayla’da her sene haziran ayının ikinci pazar günü şenlikler düzenleniyor.
Yemek ziyafetinin üzerine birer bardak çay gider elbet... İbrahim amcanın yandaki evi keyif çaylarımız için uygun bir mekan. Ev; kaşık atölyesi ve gelin odası olarak düzenlenmiş odalardan oluşuyor. Gelin odasındaki sedirlerde oturup çaylarımızı yudumlarken duvarlarda sergilenen dokumalar, işlemeler ve kıyafetlere dalıp gidiyoruz...
Son durağımız, Kocakovacık köyü... Bizi köy meydanında karşılayan Rafet ağabey ile sokaklarda yürürken misafirhane ve çamaşırhaneleri geziyoruz. Fırın başında ekmeklerin çıkmasını bekleyen köy sakinleri, yün eğirmekte olan teyzeler burada da bizleri yüzlerindeki sevecen gülümsemelerle selamlıyor. Güneş yavaş yavaş alçalmaya hava serinlemeye başlıyor. Güneşin ışıklarını son dakikasına kadar kullanmak arzusundayız. Günü uğurlamak için köyün üzerindeki tepede kurulu okulun bahçesine çıkıyoruz. Bu tepeden köyün manzarasına da doyum olmuyor. Hava serinledi birden... evlerin bacalarından yer yer tütmeye başlamış dumanlar... Güneş bizi son kez selamlayarak karşı tepenin ardında kayboluyor, mavi gökyüzü yerini yavaş yavaş yıldızlara bırakıyor.
Şimdi, bizleri köyün terzisi ve ileri gelen büyüklerinden Süleyman Bey’in evinde bir akşam yemeği ziyafeti bekliyor...
Hava karardı, köyün sürüleri evlerine dönüyor. Tarlalarda çalışanlar köye döndü bile.
Fotoğraf dostları, Bufsad üyeleri ile Bursa’ya, eve doğru yola koyulma zamanı...Uludağ, yüce dağ, nasıl ki Bursa şehrini kucaklıyorsan bizi de kucakladın bugün....bizde seni ve bugunü ölümsüzleştirdik karelerimizde.
Yazı ve Fotoğraflar: Uğur ÇELİKKOL / 24 Kasım 2000